21 Kasım 2011 Pazartesi

creme brulee trüfü..

güya alkol kullanmıyoruz ama ne gariptir ki kokusundan, tadından tanıyoruz kendisini.. keşke hiç tanımasam koklamasam, karşılaşmasam ama Almanya'da yaşıyorsanız eğer hiç ummadığınız yerlerden karşınıza çıkabiliyor işte..

örneğin:

Creme Brulee'yi ne kadar sevdiğimi daha önce şurada yazmıştım.. (orada bu harika tatlıyı hazır aldığımdan bahsetmiştim, artık kendim de yapıyorum :) bir ara inşaallah tarifini de eklerim..) işte benim creme brulee hayranlığımı bilen sevgili nişanlım geçen hafta gittiği Berlin'den, ünlü bir çikolata evinden Creme Brulee trüfü getirdi bana.. Oğuz her gittiği yerden bana hediye getirir ama ben buna hala alışamadım.. bana birşey getirme ihtimalini tamamen unutur, dolayısıyla hediyelerine de çok fazla sevinirim.. bu hediyesine de öncelikle sırf hediye olduğu için çok sevindim.. zira creme brulee'yle bir alakası olduğunu hiç anlamamıştım :) sonra bilmece bulmaca faslına geçip epeyce gülüştükten sonra yine ben tahmin edemediğimden kendisi söylemek zorunda kaldı ne olduğunu.. tabii creme brulee'yi duyunca sevincim bi on kat filan artmiş oldu :)


hemen açıp bi tanesini tam ağzıma atacakken farklı bir koku aldım gibi geldi ve duraksadım.. 'alırken içinde bir şey var mı diye sordun mu?' diye sordum.. şimdi gülmeyin lütfen ama, içinde elbette bir değil bir sürü şey var, ama almanya'daki türkler arasında o 'bir şey' bu durumlarda sakıncalı madde anlamında kullanılır :) o da elbette sormamış, çünkü creme brulee normalde alkolsüz, jelatinsiz halis mulis helal bir tatlı.. sonra ona koklattım, o da emin olamadı.. ben de birden -nerden bulduysam o cesareti?- bir ısırık attım.. ve çok kesif bir tat aldım.. bildiğim creme brule'yle alakası yoktu.. burnuma güvenmeyip ısırık attığıma bin pişman, içinde alkol bulunduğuna kesin kanaat getirdim.. yine de bir ümit diyerek aldığı yere  telefon edip sordum, ama maalesef içinde alkol varmış, hem de konyakmış, hem de bilmem ne çeşidiymiş.. hem de güzelim brulee'nin tadını berbat etmiş.. ve hem benim en çok da Oğuz'un sevincini kursağında bırakmış.. bu post'un sonu da bol 'hem'li bir masal finali gibi olmuş :)

böyle kötü sürprizler hepimizden uzak olsun inşaallah,
muhabbet ile..

16 Kasım 2011 Çarşamba

özel cins almanlar..

öyle ilginçler ki, bakın anlatıcam şimdi siz de bana hak vereceksiniz.. iş ortamlarında ve kurumlarda bazı özel cins insanlara rastlanıyor ki bunlar keyfine göre karşısındakine kaba davranmayı sever, işi yokuşa sürer.. hele iş ortamındaysan ve senin de üstünse, fırsat buldukça azarlar, bağırır.. bir de bağırmadan sessiz sessiz laf sokanları da mevcut bu grubun.. sen bu yaptıklarını sineye çekip nazik davranmaya devam ettikçe de aynen devam ederler.. ama ne zaman ki 'yeter!' diyerek bir çıkış yaparsınız, tavrınızı net bir şekilde ortaya koyup cevabını fazlasıyla verirsiniz, anında muma döndüklerine şahit olursunuz.. sonrasında bir nezaket, bir yumuşaklık sormayın gitsin.. sanki evrim geçiriyorlar paparayı yedikten sonra.. anlayabilen varsa gelsin beri..

konuyla ilgili aklıma bir de fıkra geldi, gerçi fıkrada gülme sebebi türkler, ama almanların bu 'sertliği kaale alan' tavırlarıyla ilgili de bir tespit barındırıyor.. onu alıntılayıp, kaçıyorum ben :)



Türk kafile bir uçakta yurt dışına gidiyormus. Pilot aniden hostesleri çağırmış ...ve demişki: ''Uçak düşmek üzere. Tüm yolculara atlamalarını söyleyin. Şu anda deniz üzerindeyiz ve denize çok yakın uçuyorum, atlarlarsa kurtulma şansları var ama atlamazlarsa herkes ölecek!!!

'Tabii böyle bir şeyi insanlara yaptırmak çok zor. Hosteslerden en akıllısı düşünmüş taşınmış, herkese uygun bir dille anlatılırsa uçaktan atlamaları sağlanır diye karar vermiş ve ilk olarak Amerikalı kafilenin yanına gitmiş:

'Sayın yolcularımız; üzerinde bulunduğumuz alan Japonların araştırma laboratuarlarıyla kaplı. Eğer oraya ulaşırsanız tüm Japon teknolojisi sırlarını kaparsınız!' Bütün Amerikalılar koşarak çıkışa gitmiş ve atlamış;

Sonra hostes Ingilizlere yönelmiş:
'Sayın yolcularımız şu anda dünyanın en geniş ve verimli sömürgeleri üzerindeyiz; eğer hemen el koyarsanız sonsuza dek sizin olurlar!' Bütün Ingilizler hevesle atlamiş;

Sıra Fransızlara gelmiş hostes: 'Bayanlar baylar, afedersiniz rahatsız ediyorum; fakat rica etsem uçaktan atlar mısınız? Şimdiden teşekkür ederim' demiş Fransızlar: 'tabi, mersi!' demis ve sırayla atlamışlar... !

Hostes bu kez Almanlara yönelmiş: 'Laaaan! atlayın çabuk aşağı!' diye bağırmış Alman kafile 'heil' demiş ve atlamış

Veee sıra gelmis Türklereee. Hostes yandan yandan gülümseyerek ve koltuğa hafif dayanarak : 'Siz var ya... buradan hayatta atlayamazsınız!! 

muhabbet ile..

not: yazım sakın almanlara karşı bir karalama yazısı olarak algılanmasın.. sadece bu ilginç özellikleri dikkatimi çekti ve yazdım :)

11 Kasım 2011 Cuma

bu kayıt düşünce..

.. kumanda panelinize, ne yazmış cherryblossom diye geldiniz ya sayfaya, söyleyecek çok birşeyim yok aslında.. sadece Rabbimizin bizi nedenli büyük nimetlerle donattığını bir kez daha hatırlamak ve hatırlatmak istedim.. güzel bir sonbahar akşamı, elimde sıcacık kahve.. pencereden süzülen ikindi güneşi, dışarı her baktığımda rengarenk yapraklar.. yanımda olamasalarda içimi ısıtan sevdiklerim.. her ışık vuruşunda bambaşka bir güzelliğe bürünen zambak çiçeğim.. ve yazmaya niyetlensem listenin sonu gelmeyecek mutluluk sebeplerim..


hangi kelime, hangi duygu, hangi davranışla böylesi güzelliklerin, şükrünü eda edebiliriz? bunları bize lutfetmişse Yaradan, daha ne için sızlanmaya hakkımız olabilir? üstelik nimetler içinde yüzerken şükretmeyi unutup başka şeyler için nasıl tasalanmaya kalkabiliriz ki? 

hem hepsi bir tarafa,

'hiç sebepsiz beraberliğine seçtiği biz, hamd etmek için Allah'tan başka ne isteriz ki? hiç yoktan bizi 'şah damarından daha yakın'lığına layık görmüşse Allah, biz şimdi neyimizi eksik biliriz ki?
yoksa Allah bize yeter değil mi?'*

her anımızın hamdle, şükürle dopdolu geçmesi duasıyla, cumamız mübarek olsun..

*Canla Ba(ğı)şla, Senai Demirci


5 Kasım 2011 Cumartesi

'Island Mohn'u beklerken..

2-3 hafta sürecek olan bekleyiş bugün başladı.. Oğuz'un beni çok mutlu eden, şaşırtan ve de heyecanlandıran doğum günü hediyelerinden biri olan Island Mohn'u (gelincikgillerden bir çiçekmiş, vikipedi öyle diyor;)) bugün nihayet ekebildim.. her hangi bir yanlış yapmamak için çok özendim çok titizlendim.. bunun sonucu olarak iki ayrı saksı değiştirdim.. ilk olarak fotoğraftaki cici mi cici kuşlu saksıya ektim..


 toprak seviyesi yarıda kalınca, daha küçük bir saksıya transfer ettim.. hatta güzelce suladım, yerine de yerleştirdim.. çok özendiğiniz şeylerde illa bir yanlış yaparsınız ya, paketin arkasındaki yazıyı tekrar okuyunca aslında yine paketin içine ekmem gerektiğini anladım.. tekrar bir değişilik yaptım ve tohumlar paketin içine yani 'pocket garden' a ekilmiş oldu..



ve 'pocket garden'ın pencere önünde orkidemizin altındaki yerini almasıyla, beni de bir endişe aldı.. ya o kadar aktarma esnasında tohumlar zarar gördüyse, dağıldıysa, ya büyümezse.. zaten heyecanla bekleyecektim, şimdi buna bir de kaygı eklendi..

çiçekleri seviyorum.. hele de böyle bomboş (görünen) toprağı bekleyip oradan hayata uyanan böylesi güzel bir çiçeği beklemek beni gerçekten heyecanlandırıyor.. inşaallah bir aksilik olmaz da burada çiçeğimin fotoğraflarını da paylaşabilirim :)

muhabbet ile..

5 hafta sonra gelen edit: olmadi, maalesef beceremedim :(

3 Kasım 2011 Perşembe

kapı sesi..

bugün daha fazla anahtarla açılan dış kapı sesi duymak istemiyorum.. babam geliyor zannediyorum :(

bu aralar ben..


.. söyleyecegim cok sey olan, ama yazasim pek gelmeyen bir haldeyim yine.. hos böyle basladigim bir yazidan ne hayir gelir, onu da bilemem ama unutmak istemiyorum bazi seyleri, belki de o yüzden zorluyorum bu kadar kendimi..

.. unutmak istemiyorum mesela Uniday'11 de konusan Prof. Dr. Salim Al- Hassani'nin

Input = Iman
Output = Amel-i Salih
Efficience = Output / Input


formülünü, ve bugünlerde ne kadar kayda deger isler yaptigimi bu formülü kullanarak hesap etmeye calistigimi..
en basit görünen bir isi bile, bakis acini ve niyetini degistirerek Amel-i Salih'e cevirebilecegimi..

.. unutmak istemiyorum yanimiza kar olarak sadece bu niyetlerimizin ve eylemlerimizin kalacagini..

.. unutmak istemiyorum Senai Demirci'nin Canla Bagisla kitabini okurken hissettiklerimi, düsündüklerimi.. vermeye ne kadar muhtac oldugumuzu.. köstebek misali, öbür dünyayi görmeden, ihtiyacini hesap etmeden habire yigmanin nasil bir hüsran oldugunu.. muhtaclari düsünmeye, benim muhtac oldugumu..

.. unutmak istemiyorum azra bebegi.. yunusu.. yunusun gözlerini.. kurtarildiktan sonra söylediklerini.. kac kez 'merak etme yunus, kizmayacak baban sana' dedigimi..

.. unutmak istemiyorum insan görünen varliklarin hissettikleriyle ve bunu disavurduklari sözleriyle, nasil insandan baska herseye dönüsebildiklerini.. vicdansizligin bizi öfkelendirdigi kadar, nasipsizligin en agiri ve en acinasi hallerden biri oldugunu..

.. ve tabii unutmak istemiyorum beni mutlu eden seyleri de..

.. mesela unutmak istemiyorum bir gün olan dogum günümün neredeyse bir haftaya uzadigini.. telefonlar, hediyeler, ziyaretler, sürprizlerle özellikle sevdiğimin ve bunun yanı sıra sevdiklerimin beni bir kez daha ne kadar mutlu ettigini..

.. sevgili kayinpederimin, telefondaki heyecanli sesini ve dügün yemeginin menüsü konusunda nasil fikrimi aldigini.. hatta önden bilgilenmek icin kizilay'da gelinlik magazalarina bile baktigini..

...................................

diye yazmışım neredeyse bir hafta önce, ama yazıyı tam olarak bitiremediğimden yayınlanmadan kalmış taslak olarak.. beni mutlu edenler listesine eklenecek daha çok şey var ama, şimdilik bu yazı böyle yayınlasın.. diğerleri ayrı bir post halinde düşer bu sayfalara inşaallah :)

muhabbet ile..